Yürürken önüne bakarak yürümek gerekir arkadaşım.
Karşıya, yolun an be an varmakta olduğu ufuğa. Yere değil, gökyüzüne değil.
Sağa, sola değil. Geriye hiç değil. Ufuğa bakarak yürümek.
Fark ettim ki arkadaşım, yere bakarak yürürken ne kadar engel odaklıyız.
Aman ha düşmeyelim, bir şeylerin üstüne basıp geçmeyelim, üstümüze su fışkırtmayalım. İyi ama bunca engel odaklılıkta, ne kadar daraldı görüş alanın.
Etrafa, gökyüzüne, e vallahi geriye de bazen bakılır! Bakılır arkadaşım.
Yolda bazen dans da edilir, çöküp ağlanır da, soluklanılır ve bazen yoldan çıkılır da…
Ama eninde sonunda önüne bakmayı hep hatırlamak iyidir.
Bazen bir ses duyarsın, dönüp arkana bakmak istersin, bak.
Bazen tedirgin olursun, dönüp arkana bakmak istersin, bak.
Bazen özlem duyarsın, dönüp arkana bakmak istersin, bak.
Bazen önünü göremezsin, dönüp arkana bakmak istersin, bak.
Sonra, mutlaka, yeniden: ufuğa dön.
Ve bazen de “DUR YOLCU! Bilmeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir. ”
Hatırla, teşekkür et ve sonra, mutlaka, yeniden: devam et.
Yol bu, çizgisel değildir arkadaşım! Bu dünya gibi tıpkı, döngüseldir.
Sen yürüdükçe arkanda kalan, tekrar önüne gelir.
Ama öyle, ama böyle… Aynı hikaye yine gelir önüne.
Ona tekrar bakarken sen, artık o yolu yürümüş olan sen ol.
Geriye bakmaktan yolu bir türlü yürüyememiş olma.
Düşmeyesin. Dilerim, düşmeyesin.
Hoş, düşsen de kalkarsın, kanasan da kabuk bağlarsın, yeter ki devam et.
Neticede her yolculuk, kendinden kendinedir arkadaşım.
Yolun hep açık olsun ve hiçbir zaman gittiğin kendin ile vardığın kendin bir olmasın…