Diyelim gecenin karanlığında kaldın. En karanlık vaktinde ürpermiş tüylerin. Ay dahi gülmemiş yüzüne bu gece. Yükselen duyguların gecenin renginde. Tüm ihtiyacın biraz güneş. Biraz yetecek. Pencereden içeri sızan bir dirhem sarı ışık. Kanaatkarlığın naif, yine de bir şey değiştirmeyecek. Güneşi doğuracak kadar büyük değilsin. Öyleyse küçüklüğüne sığın.
Lakin ışık mı yakabiliyorsun? Yak! İlle de güneş deme, lambayı yak.
Belki de elektriğin yok, tamam, fenerin mi var? Mum mu yakabilirsin salt?
Olabilir, hayat bu ya, hiçbiri de bu karanlığında mümkün olmayabilir.
Çakacak kibrit bile bulamadığında kimsin?
Şikayet et, savaş, çok iste, kara kara düşün, en iyi stratejileri kovala, eğitimden eğitime koş, bir yolunu bulmaya tak kafayı ya da dua et çaresizce… Ne fayda? Bizim büyük tuzağımız elden gelmeyeni kovalayarak yorulmak, tüketmek içerideki parlak ışığı… Sendromlardan sendrom beğenmek sonunda. Kontrol edemediğimiz şeylerin karşısında sudan çıkmış balığa dönmek, çırpınarak sonuç beklemek. Alamadığımız sonucun faturasını da elbet kendimize kesmek… Oysa bazen tüm sihir, şefkatle kabul edebilmekte. Kabul edebilmek için dua edebilirsin: neye gücünün yettiğini, neye yetmediğini. İçinde kalabilmek için dua edebilirsin: karanlığın. Gücünü doğurmak için dua edebilirsin: kendi ışığını yakmanın. Tanrının haşmetiyle rekabeti bırakıp insan olma deneyiminden heyecan duyabilirsin. Olmayacak duanın yükünden azad edip aminlerini, sahici dualara üfleyebilirsin…
Madem vakit tün vakti ve hiçbir yolu yok aydınlığın, o halde ben de karanlıkla kalabilirim. Her an mücadele etmek, mevcut durumu değiştirmek için çaba sarf etmek zorunda değilim. Ki bazen bu hiç de benim kontrolümde değil. Güneş, zaten doğar, seher vaktinde. Elimdeki gücü kullanmamak ne kadar ziyansa, elimde olmayan için çırpınmak da öylesi ziyan. Gecenin koynuna girip uyumak gerekir o en karanlık ve sessiz vakitte. Çünkü güneş tulu ettiğinde tekrar tepede, hazır olmalıyım yeni güne; kuşlar, böcekler, ağaçlar gibi giyinebilmeliyim organik vazifemi üzerime. Geceyle savaşmaktan yorgun düşene gölge düşürür, geceyi fırsat bilip derin bir uyku çekenin gözlerinde parlar güneş.
Dişimi tırnağıma taksam, güneş yine kendi vaktinde kendiliğinden doğuyor. Dünyanın en güzel şarkılarını söylediğim çiçek vaktinden önce açmıyor. Tüm çabalarıma rağmen karnımdaki bebek 9 ay doğmayı bekliyor. Hareket berekettir ve sabır da selamet. Kabul bir merhem koşturan zihne. Ve cesaret bazen ilk adım, bazen ise durabilmek. Her şeyin her an zıttıyla dans ettiği bu pistte, ışığın peşinden koşarak karanlığı ziyan etme. Aydınlıkta neyle karşılaşacağın, karanlığı nasıl karşıladığına eş.
Güneşi doğuracak kadar büyük değilsin.
Öyleyse küçüklüğüne sığın.
Çakacak kibrit bile bulamadığında kimsin?
Olmayacak duanın yükünden azad edip aminlerini
sahici dualara üfleyebilirsin…
Geceyle savaşmaktan yorgun düşene gölge düşürür,
geceyi fırsat bilip derin bir uyku çekenin gözlerinde parlar güneş.
Aydınlıkta neyle karşılaşacağın, karanlığı nasıl karşıladığına eş.
Dilan canım harika bir anlatım ile nasıl düşündürücü ve kendini anlayana ne güzel ışık bir paylaşım kalemine ve kalbine sağlık